Merhaba sevgili okuyucularım. İsterdim ki bugün size baharın ılık nefesinden, kırları süsleyen dağ menekşelerinden, çuha çiçeklerinden, ballıbabalardan bahsedeyim ama ne yazık ki gündem başka. Sevimsiz bir virüs Çin'den yola çıktı, Almanya, İtalya, İran derken sorgusuz sualsiz sınır kapılarımızı geçti. Dünya milletleri için üzülüp endişelenirken birden kendimiz, ailemiz, sevdiklerimiz ve tüm ülke insanı için endişelenmeye başladık.
Bir anda komşu kapısında yaşanan savaş ve şehitler gündemden düştü. Çığda kalan yurttaşlarımız unutuldu, deprem korkusu silindi, göç yolunda perişan olan mülteciler kaderine terk edildi. Herkes kendi canının derdine düştü bir şekilde.
Korkuyoruz, endişeliyiz. Karantina, salgın hastalık, uzun yıllar gündemimizde yoktu; yabancısıyız bu durumların. Birden ne kadar güzel günler yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş demeye başladık. Bazı hastalık ve ölümler gözümüze sevimli görünmeye bile başladı. Gördük ki salgın olmayan hastalıklarda, kitlesel olmayan ölümlerde, hastanelerde yer bulma şansımız olduğu zamanlarda; doktorlar, ilaçlar, acımızı azaltan, bize umut veren önemli unsurlarmış. Sıcacık bir okşayış alnımızda gezerken, elimize sevecen dudaklar öpücük koyarken, bir bileği can havliyle sıkıp güç bulmaya çalışırken ölmek aslında bir lütufmuş. Yalnız ölmek kadar zormuş sevdiğimiz birinin son nefesinde yanında olamama düşüncesi.
Biliyoruz ki korkunun ecele faydası olmadığı gibi bir eyleme dönüşmeyen, farkındalık yaratmayan endişenin, evhamların da faydası yok. Bu sıralar belki de ne yapabiliriz, nerelerde yanlış yapıldı, bu hastalık çoğalırsa neler olabilir, ne önlemler almalıyız diye düşünmek gerek. Bir musibet bin nasihatten iyi diye boşuna söylememiş atalarımız. Güzel düşünce yoluna gidersek belki de tarihi bir dönüm noktası yaşar ülkemiz. Bu virüs bizde iyi alışkanlıklar, güzel eserler bırakarak çekip gidebilir.
Virüs için aşı çalışmaları yapılıyor. Hepimiz el açtık elin yabancısı bir aşı üretse de hastalıktan kurtulsak diye dua ediyoruz. Neden biz üretemiyoruz o aşıyı? Şimdi muhalif sözleri duyuyor gibiyim, hemen ülkeme çamur atmakla suçlanabilirim. Güçlü Türkiye imajına halel getirmekle suçlanabilirim. İnsanın başkalarını değil kendini eleştirerek mükemmeli yakaladığını unutmasak keşke. Müslümanız, Türk'üz temiziz, akıllıyız, çalışkanız diye övünmekle istediğimiz başarıya ulaşsak keşke.
Bu ülkenin kuş gribine aşı üretebilen Hıfzı sıhha gibi bir kuruluşu ne yazık ki kapatıldı. Üniversiteler projeler üretemez, araştırma yapamaz hale getirildi. Bilim ve Ar-Ge çalışmaları yapması beklenen Tübitak sessiz.
Yaşanan gerçeklere baktığımızda gördüğümüz şu: Kabe bile kapatıldı ama hastaneler açık. Demek ki neymiş? Camiden önce hastane, imamdan önce doktor lazımmış. Camilerimiz boş. Cemaat ürkek. Demek ki 63. 000 kişilik Çamlıca Camisi yerine 63.000 kişilik hastane lazımmış İstanbul'a. 10.000 kişilik Mimar Sinan Camisi yerine 10.000 kişilik bir hastane daha yapılabilirmiş. Tamam ölüm hak, bu da bir sınav olabilir ama her sınavı kaybetmek zorunda mıyız?
Türkiye'de 3.394 tane İmam Hatip okulu var. Fen Lisesi sayısı 302. İlahiyat Fakültesi 105 tane. Tıp Fakültesi sayısı ise sadece 84. Gelişmiş devletler uzayda yer ararken bizim Uzay Bilimleri Fakülte sayımız ise yalnızca beş.. İmamlarımız da camileri dolduran mümin insanlar da hasta olunca doktora koşuyor. Şimdilik unuttuğumuz deprem de bize aynı şeyleri sorgulatacak. 99 Marmara depreminde kıyılarımıza gelen deniz hastanelerinin halkın imdadına nasıl yetiştiğini unutmayalım.
Yerlere tükürüp balgam atmaktan vazgeçmedik. Tuvalet sonrası nasıl el yıkandığı belirsiz. Çöplerimizi kontrol etmeyi, doğayı korumayı öğrenemedik. Teknoloji ilerledikçe doğaya verdiğimiz zarar çoğaldı. Bitki örtüsü de yaban hayvanlarımız da büyük bir tacizin, tecavüzün mağduru. Doğasını yok ettiğimiz hayvanların virüsleri de bizi hasta ediyor olamaz mı? Hatırlarsak bu virüsün çıkmasında da yarasalardan şüphelenildi.
Kainatın minicik bir zerresiyiz. Bir yandan hiçliğimizi kabul etmeli bir yandan da tanrının akıl ve duygularla donattığı en şahane eseri olduğumuzu hatırlamalıyız. Her şeyin en güzeline layığız, bizim dışımızdaki canları korumakla da görevliyiz. Verilen aklı da duyguları da hakkınca kullanmalıyız.
Güzel günlere varma, zorlukları aşma, hep birlikte mutluluk içinde gülümseme dileğimle.
FACEBOOK YORUMLAR