Tarihler 29 Ekim 1923’ü gösteriyordu. Cumhuriyet ilan edildi. Kurtuluş Savaşından yeni çıkmıştık. Uzun yıllar süren savaşlardan yoksul, bitkin bir haldeydik. Mustafa Kemal Atatürk: “Asıl savaş şimdi başlıyor” diyerek, yoksullukla, cahillikle ve geri kalmışlıkla savaşını başlattı.
Okuma- yazma oranı ortalama%5'ti. Onun da çoğunluğunu erkekler oluşturuyordu. Kırk bin köyün otuz yedi bininde okul yoktu. Cumhuriyet Türkiye’sinin kendine has geliştirdiği eğitim modeli ile Köy Enstitüleri kuruldu. Yetiştirilen öğretmenler köylere gönderildi. Çoğunda okul olmayan köylerde okulları yaptılar. Gündüz öğrencilere, gece yetişkinlere öğrettiler. Kısa sürede okuma-yazma oranı %50'lere çıktı. Bu Türk Milleti’nin başarıdan da öte, adeta bir mucizesiydi.
Köylerin çoğunda cami yoktu. Tarım ilkel yollarla, kara saban, kazma gibi araçlarla yapılıyor, üretilen buğday bile kendimize yetmiyor, bir kısmı dışarıdan alınıyordu. Traktör ve diğer modern tarım araçları hiç yoktu. Bu verimli topraklarda şeker üretilemiyor, yağ çıkacak tohum üretilemiyordu.
Bulaşıcı hastalıklar her yerdeydi. Hastane yoktu, doktor yoktu, hemşire-ebe yoktu. Yeni doğan her on bebeğin ortalama beşi ölüyor, doğum sırasında bir çok anne de hayatını kaybediyordu.
Yaş ortalaması 40-50 arasıydı. Elli yaşın üstüne çıkan şanslı insan çok azdı.
Kurtuluş Savaşı’nda Yunan Ege Denizinde son bulacak akıbetine kaçarken, önüne gelen köy, kasaba, şehir ne varsa yakarak çekildi. Yanan bina sayısı 115 binden fazlaydı. Bilecik şehrine bir bakın, eski Bilecik’ten tek bina kalmamış. İnsanların bir çoğunun barınacağı bir evi kalmamış, olanların da çoğunun ev denecek hali yoktu. Tuğla kiremit, çimento gibi inşaat malzemesi üretimi hiç yok. Kiremit dışarıdan alınıyordu.
Limanlar, demiryolları, madenler tamamen yabancıların elindeydi.
Limanlar, demiryolları ve madenler millileştirildi. Tamamı Türk milletinin oldu.
Duyunu Umumiye devam ediyordu. Osmanlı devletinden kalan borçlar taksitlendirildi. 1954’te bitiyordu. Bu utanç verici borcun geri kalan kısmı da 1948 yılında, zamanından önce kapatılarak gündemden çıkarıldı.
Duyunu Umumiye’nin kurdurduğu REJİ şirketi 1925 yılına gelindiğinde, 1883 yılından beri Türk tütün üreticisinin kanını emmeye devam etti. Ekim alanını onlar belirliyor, fideyi tohumu onlar veriyor, tütün alımı sadece onlara ait olduğundan fiyatı da onlar belirliyor. Sayelerinde çiftçimiz yabancılara kölelik yapıyordu. Tabakasında tütün bulduklarını kaçakçı ilan eden Reji kolcuları 22 bin civarında Tütün kaçakçılığıyla itham ettikleri insanımızı öldürmüş, milletin hafızasında uzun yıllar unutulmayan derin izler bırakan REJİ şirketi Atatürk tarafından millileştirilerek hem devletin gelirini arttırmış hem de tütün üreticisine nefes aldırmıştır.
Bütün ülkede sadece dört fabrika kalmış, iki yüz civarında atelye tarzı motorlu makinesi olmayan işyerleri ve her birinde 8-10 kişi civarında çalışanı olan işyerleri dışında ne işyeri ne çalışan vardı.
Ayakta çarık, ya var ya yok. Üretilen az miktarda kumaş halkın giyimine yetmiyor. Askerlik görevinden dönerken bir kaput kaçırabilen, ömrünü o kaputla geçiriyordu.
Elektirik üretimi için santral sadece Tarsus ve İstanbul’da vardı. O da çok az miktarda olup, günün belli saatlerinde şehrin küçük bir kısmına verilebiliyordu.
Doğru düzgün kara yolu yoktu. Motorlu taşıt sayısı bütün ülke genelinde 500 civarındaydı. Tren gitmeyen yerler, at, eşek sırtında ya da yaya olarak gidilebiliyordu.
Mübadele yoluyla yaklaşık 500 bin insan gelmiş, kalacak yer yok, barınacak ev yok çoğu hasta ve perişan haldeydi
Kültür, sanat faaliyetleri sıfır, ölçü, tartı, saat, takvim çağdaş dünyanın kullandıklarından farklıydı.
Arap alfabesiyle, Osmanlıca denilen düzmece bir alfabe oluşturulmuş, matbaa çok az, yazılan kitap yoka yakın, okuma- yazma çok az. İstanbul’da bir yılda yazılan kitap sayısı, Paris’te bir günde basılıyordu.
Bilim yok. Medreselerde bağnaz, din adamı kılıklı herifler, din eğitimi adı altında hurafeler öğretiyordu. Bu hurafeler uzun yıllar zararlı etkisini sürdürdü. Hatırlıyorum da 70’li yıllarda bizim çocukluğumuzda zamanın yaşlılarının bir kısmı hala bisiklete şeytan arabası diyordu. Salı işe başlama sallanır, Çarşamba çarşafa dolanır, Cuma mübarek gün iş yapılmaz ve daha nice hurafe etkilerini uzun yıllar sürdürdü.
Ve Cumhuriyeti kuranlar hiç beklemeden işe koyuldular. Asıl savaş dedikleri, yoksullukla, cahillikle, geri kalmışlıkla savaşı başlattılar.
Ey Türk Milleti’nin evladı. Bugün rahat bir yaşamın varsa Cumhuriyet sayesindedir. Cumhuriyetine sahip çık.
“Demir ve kömür ve şeker ve kırmızı bakır ve mensucat ve sevda ve zulüm ve hayat ve bilcümle sanayi kollarının ve gökyüzü ve sahra ve mavi okyanus ve kederli nehir yollarının, sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı, bir şafak vakti değişmiş olur.” O vakit 29 Ekimdir. Cumhuriyettir. Memleketi milleti bugünlere getirendir, yarınlara götürecek olandır.
“Ey Türk istikbalinin evladı!” İşte bu yüzden Cumhuriyeti korumak, yaşatmak ve de yüceltmek görevi sana verilmiştir. Cumhuriyeti yaşatmak, sonsuza kadar yaşatmak vazifesi Türk Milleti’nin evlatlarına Atatürk tarafından “Gençliğe Hitabe”sinde verilmiştir. “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
“Ne mutlu Türk’üm diyene”.
Ali ÇETİNKAYA
FACEBOOK YORUMLAR