Türk Dili üzerine
Türkçe, Ural Altay ailesinin Altay koluna mensup kabul edilir. Bu kabul, Moğolca, Mançu- Tunguzca, Korece ve Japonca gibi Altay dilleri ve sonra da Macarca, Fince vb. Ural dilleriyle akraba olduğu anlamına gelir.
Türkçenin Altay dillerinden ayrılıp kendi başına bir dil olma zamanı kesin olarak bilinmese de, ilk yazılı izlere M.Ö 4000’li yıllarda, Sümerlerden kalan tabletlerde rastlanıyor.
Sümer dili ve Türkçe arasındaki ilişki net şekilde bilinmese de bilinen bir gerçek var ki diller de birbirini etkiliyor, kültürlerin birbirinden etkilendiği gibi. Türk dil tarihini önemseyen Atatürk’ün önerisiyle, 1935 yılında kurulan Türk Dil Tarih Coğrafya Fakültesi bu alanda araştırmalar yapmış. Yine bu alanda önemli çalışmalar yapan dilbilimci hocamız Osman Nedim Tuna, iki dil arasında bazı ilişkileri açıklamış. Buna göre iki dilde ortak kullanılan 168 kelime var. Bu ortak kelimeler iki dilin ilişkisi hakkında kesin bir şey söyleyemese de birbirleriyle ilişki içinde olduklarını ve etkilendiklerini ispat ediyor. Yine bu izler gösteriyor ki Türkler, M Ö 3500’lerde Türkiye’nin doğu bölgelerinde bulunmuş; Türk dilinin 5500 yıl öncesi iki kollu bir dil olarak varlığı da ispatlanmıştır.
SÜMERCE TÜRKÇE adakur adak (ayak) Agar agır (ağır) Dingil tenri( tanrı) Kaş kaç Men men (ben) Sag sag (sağ)Türk dili araştırılırken elbette bir yandan da Türklerin tarih boyunca yaptığı yolculuk ve anayurt da araştırılıyor. Farklı görüşler olsa da Altay dağları ve çevresi, Baykal Gölü çevresi ya da Karadeniz ve Hazar arasındaki bozkırların Türk yurdu olduğu görüşü bildiriliyor.
Henüz yazılı tarihin olmadığı dönemlerde atı ehlileştiren, demiri şekillendiren Türkler bu iki teknik sayesinde güç kazanmış, yöneticilik ve medeniyet kurma konusunda önderlik etmiş ve yaşam alanlarını genişleterek, daha iyi yerlere göçüp yerleşme ve medeniyette derin izler bırakma becerisi göstermiştir. Konar göçerlikleri anayurtlarını belirleme konusunda zorluk sebebi olmaktadır.
Konuşma dili çok eskilere gitse de yazılı belge olarak düşündüğümüzde ilk delil M S 687 – 692 yıllarına varan Çoyr yazıtıdır.
Türk dili : Çoyr yazıtı MS 687 / 692
Japonca : Nihan Şoki MS 712
İngilizce : en eski belgesi M S 8.yy
Fransızca – Almanca : en eski belge iki kardeş arasındaki anlaşma 843 yılında
İtalyanca : 17.yy da oluşmuştur
Macarca : Tihanyi Vakıfnamesi MS 1057
Bu tarihler bize gösteriyor ki Türkçe, bilinen dillerin en eskisidir.
Sümer dilinde görülen dil bilgisi kuralları, yazının ilk tarihlerinin çok daha öncelere dayandığını da ispat ediyor. Türk Dilini dönemler halinde incelediğimizde daha anlaşılır oluyor.
HUN DÖNEMİ
Diller yaşandıkları mekana, etkileşim içinde bulundukları topluma göre işlevsellik kazanıyor; zaman içinde aynı dili konuşan toplumlar ayrı coğrafi yerleşim yerlerinde yaşamak durumunda kaldığında dilleri de zaman içinde evrimleşip başka bir hal alabiliyor.
Türkçenin tarihsel süreci incelenirken yazılı tarih baz alındığında Hun döneminden başlamak gerekiyor. Bu büyük imparatorluğun sınırları içinde pek çok halk bulunsa da, kurucular yöneticiler ve hakim sınıf Türkler. Bu döneme ait bilgilere Çin kaynaklarında rastlanabiliyor. Yazanlar Çin dilinden olunca kullanılan yazı dili de Çince elbet ama yine de kullanılan Hunlara ait kelimeler belli. Örneğin: Tengri, kut, il, törü, yabgu, ordu, sû, boru, tamir, kural (silah), kapağı (bekçi), bitigçi (yazar)…
ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ
Bir sonraki dönem olarak da Eski Türkçe Dönemi var ki bu dönem de kendi içinde Köktürk ve Uygur dönemi olarak geçmektedir.
Çin ve Bizans kaynaklarından da öğrendiğimize göre Köktürk devletinin yazı dili Türkçe. Bu dönemde karşımıza çıkan, Türklerin kendi diliyle yazdığı belgeler. Orkun ırmağının kıyısında bulunan ve Bengü (sonsuz) taş olarak adlandırılan granit üzerine yazılan bu yazılar şimdilik ilk yazılı belge niteliğini taşımakta.
İlk Türk tarihi diye adlandırılan bu metinlerde devlet adamlarının millete hesap vermesi, devlet ve milletin karşılıklı görevlerinin belirlenmesi, askerlik sanatının esasları gibi önemli konular yazmakta. Eserin yazarı Köl Tigin. Anıtlardan biri Tonyukuk diğeri de Bilge Kağan adına dikilmiş.
745 yılında Uygurlar Köktürk devletini yıkıp yerine Orhun Uygur Kağanlığını kuruyor. Onlar daha çok kâğıt üzerine eserlerini yazsa da Köktürk geleneğini devam ettirmiş ve Ötüken Uygur Kağanlığı dönemine ait, taşlara yazılı belgeler de bırakmışlardır.
Bu yüzden bu dönem Köktürk Ve Uygur dönemi olarak iki ayrı başlıkta inceleniyor.
Orhun Uygur kağanlığını ise 840 yılında Kırgızlar ortadan kaldırıyor. Bunun üzerine siyasi olarak çok önemli olmasa da kültür tarihi açısından önemli iki devlet, Kansu Uygur ve Hoço Uygur devletleri kuruluyor.
Kuzeyden güneye göçen Uygurların yolculuğu “Göç Destanı” olarak anılmakta. Bozkırlardan ayrılıp yerleşik hayata geçen Uygurlar bir süre sonra Orhun bölgesinde yaşarken kullandıkları Orhun yazısından vaz geçip ilişki içinde bulundukları halkın alfabelerini kullanarak yazmaya başladılar. Diğer taraftan dini inanç konusunda da değişik kaynaklardan beslenmeye başlayınca Maniheizm, Budizm, Nasturilik, Brahmanizm gibi inançlara geçtiler ve bu dinlere mensup halkların dilinden de çokça etkilendiler. Yazılı eserlerinde dini edebiyat ve şiirler görülür.
Uygurlardan kalan ilk aşk şiiri Aprınçur Tigin’e aittir.
Altay aliterasyonu ile yazılan şiir:
Şiir
Uygur Türkçesi Türkiye Türkçesi Kasınçığımın öyü kadgurar men Yavuklumu düşünüp dertlenirim Kadgurdukça Dertlendikçe Kşı körtlem Kaşı güzelim Kavışıgsayur men. Kavuşmak isterim.ORTA TÜRKÇE DÖNEMİ
İslam dini 8.yy dan itibaren Türkler arasında yayılmaya başlar. Özellikle 10. yy da Karahanlı kağanı Abdülkerim Satuk Buğra Han zamanında topluca İslam dinini benimsemeler görülür. Bu dönem Orta Türkçe Dönemi olarak adlandırılır.
Bu dönemi, Karahanlı ve Harezm Türkçesi olarak iki başlık altında incelemek gerekiyor.
Karahanlı döneminden kalan eserlerin başında, 6645 beyitten oluşan, 1069 yılında, Yusuf Has Hacip’in yazdığı Kutadgu Bilig geliyor. Bugün elimizde yazılı üç nüshası bulunan, biri Mısır, biri Taşkent biri de Viyana’da olan Kutadgu Bilig, Türk devlet anlayışını, Türk’ün dünya ile ilişkisini, insanlar arası ilişkiyi, Türk’ün tabiat algısını, bilgi karşısındaki tavrını anlatıyor.
Diğer önemli eser ise Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divanü Lügati’t -Türk. 1072 yılında yazılmaya başlanan eser beş yılda tamamlanmış. 7000’den fazla Türkçe kelimenin Arapça karşılığı verilmiş ve bunlar şiirler, atasözleri ve deyimlerle örneklendirilmiş. Bu eserin tek nüshası var o da İstanbul Millet Kütüphanesinde.
Edip Ahmet Yüknevi tarafından yazılan Atabetü’l – Hakayık, Ahmet Yesevi şiirlerinin toplandığı Divan-I Hikmet, bu dönemin eserleri.
Harezm Türkçesi, Altınordu Türkçesi olarak da anılır. Bu dönemden de pek çok eser kalmıştır. Türkçenin en önemli sözlüklerinden biri olarak anılan ve ünlü bilgin Zemahşeri tarafından yazılan Mukaddimetü’l Eden, Mudnü’l Mürid, Hüsrev’ü Şirin, Muhabbetname, Nehcü’l- Feradis. …
12. yy sonlarına kadar ayrı lehçeler kullanılsa da tek dil kullanılıyordu ancak bu zamanla değişmeye başladı ve üç ayrı yazı dili görülmeye başlandı. Bunlar Kuzey (Kıpçak) Türkçesi, Doğu (Çağatay) Türkçesi ve Batı (Eski Oğuz ya da Eski Anadolu) Türkçesidir.
KUZEY TÜRKÇESİ
Kuzey Türklüğünün hakim unsuru Kıpçak Türklüğünün yazı dilidir. Altınordu edebiyat dilinin devamı gibidir. En önemli eser Avrupalılar tarafından yazılan Codex Cumanicus tarafından yazılmıştır.
Karadeniz’in kuzeyinden toplanarak Mısır’da köle olarak satılan Kıpçaklar zamanla güçlenmiş, orduyu ve iktidarı ele geçirmiş sonra da Kölemen (Memlük) devletini kurmuşlar. İdarecilerin dili özenilen dil olup halk tarafından kabullenmiş daha sonra da yazı dili olmuştur. Bunun sonucunda Mısır ve Suriye’de gramer, sözlük ve diğer Türkçe eserler yazılmıştır.
Bir de Ermeni Kıpçakçası var ki bunun nasıl oluştuğu tam bilinmiyor. Bir rivayete göre dilini unutan Ermeniler ibadet için Türkçeyi kullandı ve metinlerini de Ermeni harflerini kullanarak Türkçe yazdılar; diğer bir rivayete göre de Kıpçak Türkleri burada yaşayan Ermeni halktan Hristiyanlığı öğrendi ve dillerini hiç değiştirmedi ama kiliselerinde onların alfabesini kullandı.
Kuzey Kıpçakça’nın devamı niteliğinde olan lehçeler: Tatar, Başkurt, Nogay, Kumuk, Karaçay, Kazak, Karakalpak ve Kırgız’dır.
DOĞU ( ÇAĞATAY) TÜRKÇESİ
Türkistan Türkçesi olarak da anılır. Uygur ve Karahanlı çizgisinin devamıdır ancak İslam dini sebebiyle dile bolca Arapça ve Farsça karışmıştır. Bu sebeple Osmanlı Türkçesine çok benzer. Büyük bir edebiyat ve diplomasi dilidir.
Klasik öncesi, Klasik ve Klasik sonrası dönem diye üç bölümde incelenen Çağatay Türkçesi’nin bugünkü devamı Özbek Türkçesi olarak kabul edilmekte.
Klasik devirde özellikle Ali Şir Nevayi dönemi denebilir. Eserlerini özellikle Türklüğe hizmet için yazan ve bunu ısrarla belirten Nevayi, Muhakemetü’l Lügateyn adlı eserinde özellikle Farsça ve Türkçe üzerine karşılaştırmalar yaparak Türkçenin üstünlüğünü göstermiştir. Dört adet divan, beş adet mesnevi yazan Nevayi, hükümdar ve yazar Hüseyin Baykara ile okul arkadaşı ve dosttur.
Yine hükümdar Babür, Klasik dönemin önemli eserlerine imza atmıştır. Vakayı adlı eserinde yazdığı hatıralarıyla Türk edebiyatının hem de Türk nesrinin önemli örneklerinden birini vermiştir.
BATI( ESKİ OĞUZ) TÜRKÇESİ
Büyük Selçuklu Devletinin Anadolu’yu yurt edinmesi, Bizans imparatorluğunun aleyhine bir şekilde burada çoğalması, defalarca düzenlenen Haçlı seferlerine büyük bir güçle direnmesi, Cengiz Han’ın önünden kaçan Türklerin de burayı yurt edinmesi, buradaki Oğuzların sayısını arttırdı. Anadolu Selçuklu devleti yıkılıp beylikler ortaya çıktığında Oğuzlar önemli bir güç halindeydi ve dil konusunda etkili oldular. Oğuz Türkçesi yazı ve edebi dil olarak kullanılmaya başlandı. Oğuzlar bu güçle hem Doğu Türkçesiyle hem de Arapçaya karşı mücadele etti. 12 yy da başlayan dil serüveni 15 yy sonlarında sona eriyor çünkü 16yy da Osmanlı Türkçesi ağırlığını koyuyor. Batı Türkçesi, Azerbaycan, Irak, Suriye sınırları içinde de kullanıldı, buralar da zamanında Türk yurduydu.
Bu dönemde önemli eserler veren bazı isimler: Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, Yunus Emre, Ali, Şeyyad Hamza, Gülşehri, Aşık Paşa, Ahmet Fakılı, Hoca Mesut. 16 yy da yazıya geçirildiği düşünülen Dede Korkut kitabı da dil ve üslup olarak Batı Türkçesi içinde sayılmaktadır.
Türk yazı dili tarih boyunca çeşitli alfabeler kullanmış. Bunlar Mani Alfabesi, Soğut Alfabesi, Uygur Alfabesi, Brahmi Alfabesi, Tibet Yazısı, Süryani Alfabesi, İbrani Alfabesi, Ermeni Alfabesi, Grek Alfabesi, Kiril Alfabesi, Latin Alfabesidir.
Her bir alfabenin ayrı hikayesi var ama burada birkaç tanesine yer vermek istedim.
Uygur Alfabesi 8 yy dan 17 yy a kadar kullanılmış. İslam dinine geçilse de Arap Alfabesine ani bir geçiş olmamış. İki yazı dili de uzun süre beraber kullanılmış. Fatih Sultan Mehmed’in Uzun Hasan’a yazdığı mektupta Uygur Alfabesi görülmektedir.
Kiril Alfabesi de dikkatimi çekenlerden. Şimdilerde Türk dil birliğini bozduğundan olsa gerek. Asimilasyon için de kullanılan bu alfabeye, Türklerden ilk olarak Çuvaş’lar (Bulgarlar) geçmiş.
Kiril Alfabesi, en eski Slav kitaplarının yazıldığı alfabelerden biridir. 9 yy da oluşturulur ve 10 yy da Rusların Hristiyanlığa ilgi duymasıyla önem kazanır. Önceleri şehir devletleri halinde yaşayan Ruslar, Altınordu Devletinin yıkılışıyla beraber güç kazanmaya başlar; daha önce yazım dilleri olmadığından da Kiril Alfabesini kullanırlar. Yayılmacı bir politika izleyerek de bulunduğu coğrafyada önce Hristiyanlığı sonra da Ruslaşmayı yayarlar. Sibirya, Kuzey Karadeniz ve Orta Asya’yı da içine alan geniş bir coğrafi bölgeyi etkilerler.
Çuvaş Türkçesinin ilk grameri bir papaz tarafından hazırlanır. Türk halkını Hristiyanlaştırmak amacıyla kurulan misyonerlik örgütü, Yakut, Altay, Şor Türklerinin diline Kiril Alfabesini uygular.
1926’da Bakü Türkoloji Kongresinde tüm Türk halkının Latin alfabesine geçmesi kararlaştırılır ve Çuvaşlar dışında tüm Türk halkları Latin Alfabesine geçer ama zaman içinde Sovyetler Birliğinin baskıcı politikaları etkisiyle 1939’da Azerbaycanlılar, Tatarlar, Yakutlar ve Hakaslar, 1940’da Kazak, Kırgız, Başkurt, Karakalpak ve Özbekler, 1943’de Tuvalılar, 1957’de de Gagavuz Türkleri Latin Alfabesini bırakıp Kiril Alfabesine geçti.
Tabi ki burada Arap Alfabesine ve Latin Alfabesine geçişimize de değinmek gerek.
Din yoluyla Türklerin hayatına giren Arap Alfabesi, kutsal sayılmış ve bağımsız iki olgu olan din ve yazı işleri birbirine karışmış. Arap Alfabesi ile ilgili harflerin yetersiz olduğu, ifade konusunda da sorun olduğuna dair rahatsızlıklar dile getirildiğinde de dine saygısızlık yapılıyor gibi algılanmış ve karşı çıkılmış. 2. Mahmut ve 2. Abdülhamit zamanında konuyla ilgilenilse de gelen tepkiler üzerine dile dokunulmamış.
Abdülhamit’in bu konuda “Halkımızın okuma yazma bilmemesinde şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü bizim yazımızın sırlarına ulaşmak kolay değildir. Latin Alfabesini almakla belki halkımızın işini kolaylaştırabiliriz” demiştir.
Arap Alfabesinin Türkçenin ses sistemini karşılamaktan uzak bir yazı sistemi olduğunu, Osmanlı’nın yetiştirdiği en büyük aydınlardan olan Katip Çelebi de dile getirmiş, bazı aydınların desteğini de almış ancak sonuç elde edilememiştir.
Türk lehçe ve yazı dillerinin sınıflandırılmasında, Türkiye Türkçesi, Güneybatı ya da Batı Türkçesi olarak adlandırılır. Etnik köken olarak da Oğuz Türkçesinin bir koludur. Yaklaşık 700 yıldır kesintisiz devam eden, bilim edebiyat fen ilim askerlik gibi hayatın hemen her alanına ait binlerce eser yazılan Oğuz Türkçesi, Türkiye Türkçesinin köküdür.
Anadolu’da yazı dili olan Türkçe zaman zaman ihmal edilmiş, aydınlar, sanatçılar tarafından bu durum eleştirilmiş fakat yine de yalın ve öz halde kalamamış. 15 yy da Farsça’dan Türkçeye çevrilen Kâbusname adlı eserin dilini beğenmeyen 2. Murat, eserin sade bir dille yazılmasını sağlamıştır.
Tarihte Türkçe ile ilgili ilk uyarı Bilge Kağan’dan gelmiştir.
Kardeşi Köl Tigin için dikilen anıtın bir yerinde “Türk begler atın ıtı. Tabyaçgı begler Tapgaç atın tutupan Tabgaç kaganka körmiş” yani “Türk beyleri (aydınları) Türkçe olan adlarını (bir başka deyişle ana dillerini) bıraktılar, Çin’e tutsak beyleri Çince adlar alarak Çin kağanına hizmet ettiler.”
Dili bir devlet meselesi olarak görüp bu konuda çeşitli tedbirler alan ve düzenlemeler yapıp kurumlar oluşturan ilk devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK olmuştur.
1931 yılında Türk Tarih Kurumu, 1932 yılında da Türk Dil Kurumu’nun kurulması talimatlarını veren Ata, “Milliyetin çok bariz vasıflarından biri dildir. Türk milletindenim diyen her insan, her şeyden önce ve behemehal Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk toplumuna mensup olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru olmaz” diyerek hassasiyetini bildirmiştir.
Reyhan Karagöz ÇETİN