Haziran da yazılsın
Bugün on Haziran. Evlerde hâlâ biraz serinlik, sokaklarda yer yer yakan sıcak, arada tatlı tatlı esip ben buradayım diyen rüzgâr, bazı yerlerde öfkeli yağan yağmurlar var.
Bizlerse kâh çocuksu bir sevinç, kâh mezar arayan yorgunluk, kâh bir yerlere yerlere yetişme telaşıyla yuvarlanıp gidiyoruz işte.
Dilimizde hep aynı şarkı, "yaşamak ne güzel şey, hey, yaşamak en güzel şey. "
Seçim heyecanı, kimileri için zafer sarhoşluğu, kimileri için de yenilgi hazımsızlığı anca geçti. Kabine oluşturuldu. Kimileri merakla isimleri öğrendi, kimileri de benim gibi "adam sende, yetki tek kişinin elinde olduktan sonra gelenin kim olduğu neden önemli olsun" deyip kenara çekildi.
Şimdilerde herkes halinden memnun. Gelen zamlar kimseleri öfkelendirmiyor. Halkın yarıdan çoğu "tercihim buydu varsın olsun derken diğer kısmı da oh oh yarasın, hak etmiştiniz siz bunu" diye ellerini ovuşturuyor. Kimilerinde bir telaş, zamlardan önce ne alabilirsek kâr diye. Bir süre sonra bu fiyatlara da alışılacak, belki de alışılmayıp da yeni bir sohbet konumuz var diye sevinilecek. Öyle ya, konuşacak neyimiz var ki, artan hayat pahalılığından başka.
Umutlar hep gelecek bahara... Yanlış giden bir şeylerden bahsedecek olsak "siyaset yapma, vatan haini" diye lafımız ağzımıza tıkandı. Ya da açılan davalar hatırlatılarak kodes yolu gösterildi. Zaten kime, neye güvenip de konuşacağız. Hepimizin bildiği malum bir hikaye vardır hatırlarsanız. Fillerden muzdarip olan köylü şikayete gidiyor. Timur'un karşısında şikayeti dile getirecek olan hoca arkasını döndüğünde bir de görüyor ki şikayetçi olanlar kaçmış, tek kendisi kalmış hakanın karşısında. O da diyor ki "köylü filden çok memnun ama eşi yok diye üzülüyor, bir fil daha istiyor. "
Herkes başına geleceği biliyor ve artık hiç kimse hiç kimsenin hakkını savunmuyor.
Zaten insanlar gördüler ki, maden kazasında, depremde ölenlerin, şehit düşenlerin, işsiz kalanların yakınları, halinden memnun.
Eee madem öyle biz de memnunuz halimizden. Üstelik ben sosyoloji okumaları yaparken inandım ki siyaseten hata yapmak, bir şeyleri becerememek mümkün değil. Diktatör mü olmak istiyorsun, refah devleti mi yaratmak istiyorsun, belli bir kesimi sosyal yardımlarla köleleştirerek kendi geleceğini sağlama mı almak istiyorsun, hepsi yazılı. Bilmemek mümkün değil. Demek ki bir hedef var ve adım adım uygulanmakta. Bekleyip göreceğiz.
Okudukça, öğrendikçe kaygı artıyor. Ben de eğitimin zararlı bir şey olduğuna kanaat ettim. Zaten Aristotoles'in iki bin yıl önce dediği gibi bazı insanlar yönetmek bazıları da yönetilmek için doğmuş. Biz yönetilenler, işimize bakıp yöneticilerimize güvenip sesimizi de kesip yaşadığımıza bakacağız.Onlar fakir düşmek, ülkeyi kaybetmek, düşmanla işbirliği yapmak ister mi hiç? Bizim için değilse bile kendi çıkarları için ülkeyi korurlar, biz de arada nasipleniriz.
Eskiden kölelik varmış. Toprak sahibi efendiler, işçisinin aşını, barınacak yuvasını verirler, her sorumluluğu kendileri üstlenirmiş. Kölesi de itaatkâr, vefalı, çalışkan, dürüst olur, geçinip giderlermiş.
Şimdilerde alınıp satılmasak da çalışmamızın karşılığı olarak, başımızı sokacak yuvayı, karnımızı doyuracak lokmayı anca kazanıyoruz; demek ki dünyanın düzeni bu. Eskiden efendilerin kölelik karşılığı verdiği aşı ve yuvayı şimdi de efendilerimiz veriyor ama parayla. Yöntem azıcık farklı. Hıştımamak lazım. (hadi bu söz canım Geyve ağzından olsun)
Küçük yerlerde yaşamak lazım. Senede bir kere odun kömür alır, kış boyu sobanı yakar, sıcacık yaşarsın. Bahçende ıspanak, kıvırcık, soğan varsa daha ne olsun. Mahalle başında fırın, kahvehanede beş liraya çay, cami avlusunda çınar gölgesinde akşama kadar sohbet... Yol parası yok. İnternet parası yok. Belediye çanağından reva görülen kanallara razıysan izlenim parası yok. Sinema, tiyatro mu o da ne? Televizyondakilerin suyu mu çıktı. Yaz boyu düğün dernek. Halaylar, çiftetelliler, yemekler gani. Daha âlâ sosyalleşme mi olur. Kurbandan kurbana et dolan buzluklar kasap yoluna gerek bile duyurmaz.
Sepetler dolusu kiraz, kasalarla üzüm. Karın doymasa gözler doyar. Ama çiftçi yorgun. Gidip parkta bir bardak çay içmek mi, deli misin sen, yorgunluktan yatağa zor düşer baş.
Aldığı emekli maaşını yiye yiye bitiremeyen, köyünden çıkmayan, kendini de zengin sayan seksenindeki amca, Göztepe'deki fırlamanın( amcanın deyimiyle), seksen, yüz lira verip de kahve içememesine mi acıyacak? İki bin liraya varan ayakkabı parasını bulamadığına mı üzülü verecek? Akademik olmayan kitaplar bile yüz liranın altında değil, ona mı yanacak? Özgürlük tutkusunu, dünyaya açılma arzusunu, gençliğin ateşlediği deneyimlemelere olan gereksinimini mi anlayacak?
Herkes kendinde olanla ölçüp biçecek.
Şehirli veremediği kirayı, kentsel dönüşüm adı altında önüne konan yirmi yıllık kredi borcunu, illaki okusun istediği evladı için vereceği harçlığı, iş bulamayan yavrusunun cebine koyacağı parayı, ardı arkası gelmeyen boşanmalar yüzünden bozulan düzenini, deprem endişesi yüzünden başına çökecek korkusuyla nefesini kesen ev çıkmazını nasıl anlatsın.
At binenin kılıç kuşananın derler. Neoliberalizmin altın çağlarını yaşıyoruz. Darda kalanlar mucizeler yaratacak. Keşifler yapacak. Pahalılık altında ezilmekten kurtulup zenginliğe kavuşmanın yollarını bulacak. Yeni dönem yeni zenginlerini yaratacak. Kimimiz de karnımızı doyurduğumuza şükredip kazananları alkışlayacağız. Altta kalanın da canı çıkacak maalesef. Eee kader işte. Olsun onlar da sabrın ve tevekkülün karşılığında cennete gidecek. Hem üzülmek anlamsız. Unutmayalım. Nalbant ölmüş sabaha kadar bir mıhın hesabını verememiş derler, bakalım bu zenginler, saraylarda yalılarda yaşayanlar nasıl verecek hesabı, değil mi ya.
Valla çok güzel şey fakirlik. Özenen herkese nasip etsin yaratan.
Reyhan Karagöz Çetin
(10 Haziran 2023)