Geyve günleri
Neden bilmem Geyve'de yapılan tarhanalar, makarna ve yufkalar hatta reçeller, salçalar başka lezzette oluyor.
Dalından kopan domates, ne oldum, ay ben nereye gidiyorum diyemeden kendini salça tavasında buluyor. Rengini uçurmaya, tadını kaçırmaya fırsat bulamıyor. Ah edip inlemiyor da inanın; çünkü yeni haline kendisi de aşık oluyor. Tavada kaynarken saçtığı şahane kokular, metrelerce uzaktan konuk topluyor. Koca bir dilim köy ekmeği kapan, üstüne sürülecek iki yudum salça için, kazan başında nöbet tutuyor. Sonra, yüzde mutluluk ifadeleri, gözlerde gülücük, dillerde bereket duaları ve ziyafet sofralarında bile bulunamayan o muhteşem haz!
Tarhanalar da öyle. Gül gölgesine seriliyor diye mi bunca lezizler acaba? Kelebekler, çiçekler arasında havalanıyorlar diye mi?
Kerevet üstünde konaklıyorlar diye mi yoksa?
Belki de kendilerini okşaya okşaya ovalayan nazlı eller veriyor o muhteşem lezzeti. Ya o kar beyazı amerikan bezi torbalar. Çeyizlik örtülerle yarışan, özene bezene dikilen torbaların kenar oyaları kusur kalmış. Azıcık daha şımartılırlarsa, bize de bir iki nakış, iki fisto, kurdele diye tutturacaklar.
Bugün ev makarnası yaptı hanımlar. İşin sırrı nedir diye enikonu gözlem yaptım, notlar tuttum. Pazılar nerede dinlendiriliyor, saç hangi aralıklarla siliniyor, odun ocağa ne zaman sürülüyor, alevler ne zaman dinlendiriliyor, oklava kaç tur atıyor, satır hangi hızla işliyor derken pes ettim; İzlemesi yapmasından daha yorucu inanın . Çünkü usta eller of demeden çeviriyor oklavaları. Pazılar, sanki kırk yıllık baklavacıların elinde kelebek gibi uçan yufkalara özenmiş. Hanımların neşeli sohbetleri, bilgece muhabbetleri arasında uçuştu durdu her biri, ta ki satır dokunuşları ile ince ince dilindikleri ana kadar. O ne zarafet, o ne süzülüş. Çıtkırıldım hanımlar gibi serildikleri karbeyazı amerikan bezlerinin üzerinde süzüldü durdular.
Düşündüm de neden oyalanmasın ki tarhana, makarna serilen bu bezler? Neleri eksik he, neleri eksik oyalanan tülbentlerden, dantellerle süslenen çarşaflardan, yastık kılıflarından? Direnişe geçerlerse söz, en ön sırada ben de yer alacağım.
Baktım eriştelerin dinlence yeri, asma ağacının altı. Dallarında sallanan salkım salkım kara üzümler mi bunların tadına tat katıyor acaba?
Akşamsefalarının yanıbaşındaki kerevitin üzerine de yufkalar serildi. Pofur pofur kabarmış herbiri. Neden bilmem "kabaramaz kel fatma" tekerlemesi geldi aklıma. Baba hindiler gibi kurum kurum kuruluyor her biri. Söyleyeceğim vallahi "kabaramaz kel fatma, annen güzel sen çirkin, glu glu glu"
Şimdi bizim kendini beğenmiş yufkalar, bu gazla durdukları yerde de kabarmaya devam eder mi acaba? Amanın tepsilere, fırınlara sığamazlarsa ne yaparız sonra.
İnsan bir günde kaç çeşit iş yapar ki? Ben hızımı alamıyorum. Akşamın geç vakti, bu incirler benim keyfimi beklemez, sabaha sağlıkla eremez deyip geçtim mutfağa. Niyetim reçel yapmak. O mor güzeli incirleri alıyorum elime, düşüne düşüne bir hâl oluyorum. Soyduğum inciri tencereye koysam gözüm kalıyor, ağzıma atsam midem pes artık diyor. Neyse bir güzel pazarlık yaptık. Üç incir tencereye, dördüncü incir ağzıma. İncir dediğin de kim bilir ne demeyin lütfen. Bunlar bildiğiniz incirlerden değil. Yemeye başlayınca on tane yemeden durabilene aşkolsun. Bazen açıyorum inciri, uzun uzun seyrediyorum. Kaç incisi var içinde saklı bilmem ki. Yahu bu kadar ahenk, bunca güzellik, bunca özen neden Allah'ım; alt tarafı incir işte. Böylesine estetik olmasalar de yerdik biz onları.
Pınarcığım geldi aklıma. "Reyhan teyze, İngiltere 'de incirleri tek tek satıyorlar, hem de çok pahalı, hem de kadife kutular içinde" demişti. Bizim incirlerin neyi eksik? Bir duysalar hem cinslerine gösterilen ihtimamı, nasıl da alınırlar ;bir daha zor buluruz onları. Arkamızı da dönemeyiz ki onlara. Aşina olduğumuz lezzet; illaki koşarız peşlerinden. Artık yalvar yakar, rica minnet belki bir iki tanesini tavlarız. Bence kadife kutular hazırlayıp incirleri nazlamak daha pratik. Aman bizimkiler uyanmadan az daha yiyeyim onları. Off tencereyi doldurmak hayal oldu. Kavanozlar da hevesle bekliyordu, gelecek reçelleri.
Daha bu işlerin turşusu var. Konservesi var. Meyve suları, dondurucuya konanları var. Güzün şaşaalı günleri yaklaştı. kim bilir daha ne hazırlıklar yapılacak?
İplere dizilen fasulyelerin, biberlerin fotoğraflarını çekmek lazım. Sanki usta bir ressamın fırça darbeleri gibi estetik görünüyor duvara gerilen iplerdeki rengarenk nebat. Birden çocukluğum geldi aklıma. Ahşap evlerin duvarlarına asılan tütün dizilerini özledim. Eşek* üzerinde sıvazlana sıvazla paskal yapılan tütün demetlerini özledim. Oysa ailem hiç bir zaman tütün yapmamıştı. Ama biz, tütün yapan komşu evlerin gönüllü işçisiydik. Ellerimizin katranından şikayet etsek de elimizdeki iğnelere tütün dizmek sonra iğnedeki tütünleri ipe sağmak. Hay Allah ne oluyor bana. Elimde olsa kalkıp bir tarla tütün ekesim, sabahlara kadar da onları dizesim var .
Eh olacağı buydu işte. Geyve burası. Havasından mı bunca enerji yoksa akşama kadar gözümüzle bakarak doyduğumuz rengarenk meyvelerle dolu ağaçlarından, sevgi aşısı yerine geçen çiçeklerinden mi?
Yoksa baba toprağı, ana ocağı olduğu için mi? Annem babam olmasa, yine bunca sever miyim Geyve'yi. Onlarsız bir dünya ihtimali bile yüreğimi sızlatıyor. Bilmiyorum. Severim belki . Severim ama onların izlerini görmek, koklamak için. Geçtikleri yerleri öpmek için olur herhalde. Anıların silinmediği, izlerin yıkılıp yok edilmediği yerler, geçmişi de geçmişte yaşayanları da suru tutuyor. Altında oturduğun ağaç, su içtiğin çeşme, ebe olup gözlerini yumduğun duvar, saklandığın kapı arkası, ardından baktığın pencere, yoldaki taş, bir köşe başı, bir çıkmaz sokak anılarla can buluyor. Keşke korumayı bilsek. Yaşatmayı, saklamayı bilsek. Saklayamıyor ama saklanıyoruz. Deve kuşu gibiyiz, görmek istemediğimiz zaman başımız hep kumda.
Reyhan Karagöz Çetin