Ebedi Gülüşe Koşarken

Reyhan Karagöz Çetin

EBEDİ GÜLÜŞE KOŞARKEN
     
     Huriye  başını  kaldırdı, bahçe içindeki iki katlı betonarme binaya baktı. Ne kadar da güzel bir evdi. Kocaman pencereleri, sağlam duvarları vardı. Kim bilir kaç sofra kurulurdu o balkonlara. Şu çamaşır asan taze, gelini olmalıydı, pek de güzeldi maşallah; ya diğer gelini, o nasıldı acaba. Ürkek ürkek etrafa bakındı, ne bir kümes vardı bahçede, ne ahır. Sütsüz yumurtasız nasıl yaşardı bu çocucaklar? Bari bir kara fırın olaydı, saçak altında. Ekmeksiz, hamursuz? 
Birden ellerindeki tüm kemikler sızladı. Bileğini ovaladı istemsizce. Sanki yeni kalkmıştı tekne başından. Dizim dizim hamurlar sanki onu bekliyordu, ateş yaksın, onları fırına atsın diye. Belki yapardı yine bir gayret ama kime? Nerede? Bir sızı doldu içine; ahh yavrularım! dedi. 
     
       Zamansız mı gelmişti dünyaya. Keşke zamanı elli yıl geriye alabilseydi. Yok yok olmazdı. O zaman cümbür cemaat doluşur bu evin içine, çoluk çocuğu da üzerlerdi. Bunca zamandan sonra herkes dursundu durduğu yerde. Evin mezarlığa yakın oluşu tesadüf müydü? Yoksa ona yakın olmak için mi? Ürkmez miydi çocukları? Kendi gençliği, çocukluğu geldi aklına, ne çok korkardı ölümden, ölüden. Sanki bir el hazırda beklerdi, Huriye  geçse yanımızdan da alıversek aramıza diye. İçi hop ediverdi. 
    
       Yine eve baktı. Nasılsa artık Hasan Ağa da, anası da yok, sahiden güzel olurdu bu evde yaşamak. Sığır sıpa, tarla bahçe, hiçbir şey yok. Ahh sahiden ne güzel olurdu. Sırtıma dal budak sarmadan, pulluğa asılıp tarla toprak sürmeden! Ee ne yapardı o zaman insan. Zaman nasıl geçerdi ki. Çocuklar da büyümüş; meme vermek yok, beşik sallamak yok. Dinlenirdi be. Giyinip kuşanıp temiz temiz gezerdi evin içinde. Bir de kadifeden mor fistan alırdı kendine. İki de bilezik alır takardı koluna. Kim bilir belki iki de sarı lira boynuna. Vardı aslında onun da boynunda sarı lirası ama daha duvak sabahı çekip almıştı Hasan ağa, borç dert var diye. Birden nefret bastı her yanını, ağalığı batasıca dedi. Sonra kızdı kendine, günah dedi, ölmüş adamın ardından, tövbe tövbe… Onu nereye gömdüler ki, inşallah anasıyla aynı mezardadır. 
    
      “Aman kız sen eskiden böyle değildin, öldün de bütün huyun hünerin değişti, saçma sapan bir kadın oldun”. Nasıl değişmesindi ya, nasıl kalsındı melek gibi. Böyle miydi eskiden? Babasının en sessiz en çalışkan kızı değil miydi? Anası onu melek kızım diye sevmez miydi? Ama bazen de garip kızım derdi. Kader miydi garibanlık. Anası belki de kendi garibanlığına yanıyordu. Yansındı tabi. Onun garibanlığını bile söyleyen yoktu. Fakirliği, yalnızlığı, sahipsizliği. Doğurduğu onca çocuktan sonra da yalnız kalabiliyordu insan. Üstüne kuma gelen kadının ruh haliydi bu. İtilmiş, atılmışlık duygusu. Sevilmezlik, istenmezlik yangısı. Hayata karşı nasıl da düşmüştü süngüsü, buna razı olan her şeye razı olurdu artık;  sesini kaybetmişti anası, olmazlarını, hayırlarını. 
    
      Aman be anam dedi, keşke benim de üstüme kuma geleydi. Üç beş gece rahat uyusaydım döşeğimde. Gündüz ineğin altında süt sağ, yem ver, öküze deh de; gece olunca da Hasan ağanın altında. Birden kendinden iğrendi Huriye, nasıl dayanmıştı ya, nasıl? Damdaki öküz daha kibardı valla. Önüne yem koysam suratımı yalardı. Su koysam önüne, kuyruğunla okşardı saçımı ama ya o? Sevmesi, okşaması batsın. Aman aman benden ırak olsun. Allah bir daha yüzünü göstermesin inşallah. Hakkım varsa hepsi helal olsun, yeter ki bir daha karşılaşmayayım. Bari mahşerin tadı olsun. 
      
      İki armut ağacı dikmeli evin sağ yanına, siper görünüyor orası. Çabucak büyürler. Gelinler iki üç bebe etti mi kurarlar bir salıncak, oturur sallarım onları sabahtan akşama. Türkü de söylerim, mani de; ağlatmam hiç onları. Sanki hep gülmüşüm, eğlenmişim gibi nerede sevinç dolu türkü varsa onlardan söylerim. Al yazmalı, gül yazmalı kızlardan bahsederim. Düşündü düşündü ne bir mani geldi aklına, ne  ağlatmayan  bir türkü. Haline gülmek istedi, gülemedi. Ne zaman gülmüştü en son; hatırladı. Memedim ölmeden dedi. Melekti o. Ben de melektim. Bebeğim. Ah benim güzel bebeğim. Böyle olsun istemedim ki. Ah ben öleydim.Ben öleydim Memedim, ben öleydim. 
    
      Sanki dolu doluydu Huriye'nin memeleri. Ovaladı. Sanki Memed acıkmıştı, emecekti. Birden arkasını döndü Huriye. Hayır hayır dedi, hep o yüzden. Ahh o kadar yorgun olmasaydı. Ahh uyumasaydı Memed memedeyken. Kocasıyla anası daha çok dövseydi Huriye'yi, gelir miydi Memed geriye. Ahh kırılsaydı kemikleri Huriye'nin, verseydi son nefesini hemen oracıkta, kavuşur muydu Memed'ine. Memed affeder miydi onu, benimle geldin madem deyip. 

    Vallahi çok yorgundu. Öküz öfkeliydi o gün, Hasan ağa da, kaynanası da. Hamur bile öfkeliydi, gelmiyordu kıvama. Memed sancılıydı üç gündür. Ne gece uyumak vardı ne gündüz dinlenmek. Yoksa uyur muydu Huriye, bebek emerken. Bebeğim, bebeğim, bebeğim dedi sessiz bir hıçkırıkla.
   
      Çıkıp gidecek oldu bahçeden ama ayakları gitmiyordu. Ayakları giderdi ama gönlü gitmiyordu. Hayat vardı evde. Bir asma dikse bahçeye, üç beş yıla kalmadan hevenk hevenk üzümler sallanırdı dallarda. Şuraya üç beş sıra domates, biber. Yeşil soğan da sokardı yanıbaşlarına. Gençler, cahiller daha, hiç anaya ihtiyaç duymaz olurlar mı? Bir görseler şimdi onu bahçede gezerken, koşup sarılırlar boynuna. Bir kez anam deyip girseler koluna, alsalar saçaklarına, diner Huriye'nin tüm acıları. Kararsız dikildi kaldı kadın, ne ileri ne geri. Hayalperest olmanın alemi yoktu. Kim gelmiş ki geri o gelsindi. Biraz daha beklese kızlarını görebilir miydi acaba. 
     
      Diz boyu yağmıştı kar. Nasıl unuturdu Huriye o son geceyi. Doğmak 
istemiyordu karnındaki bebek. Bilmiyordu yorgunluğumu, bilse yapmazdı öyle yaramazlık. Annemin beşinci bebeği, gebelikten yorgun demedi. Ölen Memedin vicdan azabı, acısı, yediği sopaların sızısı daha dinmedi demedi. Konuşuyordu yine kendi kendine. Az daha gayret etseydim keşke. Sancı dediğin ne ki unutulur giderdi, az daha sıksaydım keşke dişlerimi. Ne çok kanıyordum. Bir ebe kadının vah vahları bir de kızım Esma'nın ağlamaları. O herkesten önce anlamıştı belli ki. Odadan çıkan leğen dolusu kanlar, kabusu olmuştur yavrucağın. Duramıyordum. Kanamadan duramıyordum. 
Sanki boşalan bir dere yatağıydım. Akıp başka yerde birikiyordum, farkındaydım. Başka bir alemde filizleniyordu hayatım. Çiçekler açıyordu tanımadığım bahçelerde. 
Annemi görüyordum, kucağında Memed. Sonra kollarını açtı Memed, gel dedi, gel dedi...Gitmeliydim. 
    
      Yavaş yavaş bahçe kapısına ilerledi kadın. Belli ki dışarıya çıkan başka biri olmayacaktı. Zaten görünmeden gitmeliydi. Ne cevap verirdi kimsin diyene?
Yeni kimliğine, yeni bedenine sarınmalıydı tekrar. Saçmaydı ağlamayı özlemek. Yorulmayı, hırpalanmayı özlemek saçmaydı. Ardı arkası gelmeyen kederi, sızıları özlemek saçmaydı. Ebedi gülüşüne koştu. Huzura, dinginliğe, ölümsüzlüğe...

Reyhan Karagöz Çetin
(21 Kasım 2020)