Bugün pazar
Şairler bazı günleri, ayları, mevsimleri şiirlerinde bir adım öne çıkarırlar.
Aylardan “kasım”, mevsimlerden “sonbahar”, günlerden “cumartesi” sanki diğerlerine göre biraz daha şanslıdır.
Tevfik Fikret’in François Coppée’nin “Les Mois” (Aylar) şiirinden esinlenerek oluşturduğu “Âveng-i Şühûr” (Aylar Dizisi) aylarla ilgili bütüncül ilk edebî metinlerden biridir.
Gülten Akın da Kırmızı Karanfil’de peş peşe sıralar “Güz”, “Kış”, “İlkyaz” ve “Yaz”ı.
Hele “İlkyaz”ın giriş dizeleri yok mu, on yıllardır dinmeyen bir uğultudur içimde.
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya.
Hilmi Yavuz’un “Büyü’sün, Yaz”ı nasıl dize dize içimizi ısıtırsa Türkçenin kalbine iliştirilmiş bir varoluş beratıdır da. Uzun ve sağlıklı bir ömür temenni ve duasıyla okumak gerek kitabı. Ben hep yollar düşledim Hilmi babaya çıkan…
Bazı ayların, mevsimlerin, günlerin adı geçer geçmez okurların aklına aynı şairlerin gelivermesi de bir rastlantı değil. (Sana bir boyun atkısı gerek / Çünkü kış geldi veyahut Yine aylardan kasım / Sanki sende kaldı bir yarım vb.)
Böyle bir karmaşık girişten sonra bugünkü yazımızda “pazar”a ayna tutacağız.
Ama istiyoruz ki birkaç günlük yoldan ağır ağır yürüyelim bu güne ve “cuma”dan başlayalım yolculuğa.
Arif Nihat’ın “Bize bir nazar oldu, cumamız pazar oldu.” serzenişini de unutmadan.
Divan şiirinin en yalın, incelmiş ve işlenmiş Türkçesini kullanan Nedim’in bir cuma kaçamağını veya hem dönemi hem bugün için oldukça şaşırtıcı bir itirafını analım önce.
İzn alup cuma namâzına deyü mâderden
Bir gün uğrılayalım çerh-i sitem-perverden
Dolaşup iskeleye doğru nihân yollardan
Gidelim serv-i revânım yürü Sa’dâbâd’a
Nedim diyor ki, “Annenden “Cuma namazına gidiyoruz.” diye izin alıp, zalim (zulmedici) felekten bir gün çalalım. Servi boylum, iskeleye doğru gizli ve tenha yollardan dolaşıp Sadabad’a gidelim.”
Cuma namazına gitmek için izin alıp Sadabad’a eğlenceye gitmek, bunu şiir diliyle açık etmek edebiyatımızın çarpıcı ifşâlarından biri olsa gerek.
“ İstanbul’un Hazan Gazeli”nde;
“Sinemaya gidiyorum” de annene
Cuma namazına gidelim onun yerine” diyerek Nedim’in yukarıdaki dizelerine ironik bir gönderme yapan (“modern bir nazire” yazan) ve geçtiğimiz günlerde rahmet-i Rahman’a kavuşan Sezai Karakoç’un “Kapalıçarşı”sındaki üç dizesiyle devam edelim “cuma”yı karşılamaya.
Tüyler içinde gelen yeni dünya
Bir sandalye kadar hür olduğu gün
Sen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat.
“Bahar Başlangıcında Düşünceler”le Geyve Boğazı’nın adeta pastoral şiirini yazan, bu tarihsel güzergâhı bütün güzellikleriyle dize dize ölümsüzleştiren canım Turgut Uyar’la “cumartesi”ye şöyle bir uğrayalım.
Uyar’ın “Senfoni”sinde şiirin tahtına bu sefer “cumartesi” kurulur.
Önce sesin gelir aklıma
Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm
Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli
Sonra cumartesi günleri gelir
Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
Bir yağmur yağsa da beraber ıslansak.
“Cumartesi” deyince Özdemir Asaf’sız olmaz. Günü, göğü, kuşları, sevgiliyi hâsılı her şeyi bir gülüşe sığdırır Asaf.
Sen gülünce
Gün cumartesi olur
Bir kuş havalanır gökyüzüne.
Selim İleri’nin Cumartesi Yalnızlığı vardır bir de. Öykü de şiire dahildir bahis insan güzeli Selim İleri ve “cumartesi” olunca.
Ve sıra “pazar”da.
Gün temalı metinler içinde herhâlde en bilinen ve sevileni Nâzım Hikmet’in üzerinde yıllarca uğraştığı şiirlerden biri olan “Bugün Pazar” olmalıdır.
Nâzım, 1938 yılında Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi’nde yazdığı “Bugün Pazar” adlı şiirinde, savunduğu ideolojiyi, uğrunda hapisler yattığı davasını, bir mahkûm olarak yıllarca rüyalarını süsleyen hürriyeti, hatta kendisini görmek için görüş gününü iple çektiği karısını bir kenara iter.
Kısa bir süreliğine de olsa toprakla güneş arasında, kendi iç âlemine dönmesinin önünde engel olarak gördüğü bütün olgu, kavram ve insanlardan kurtulmak ister.
Mücadele ve fedakârlığı zorunlu kılan sevdadan da kavgadan da sıyrılıp durağan, dingin bir zamana geçmeyi özler.
Bu şiir özelinde Nâzım, hiçbir nedene bağlı olmayan sevgi ve bahtiyarlığın peşindedir.
Hatta bununla da yetinmez ve bir anlığına kavgaya dayanan, konuya/temaya yaslanan, bir ideolojiyi öne çıkarıp onun propagandasını yapan şiire de arkasını döner:
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım.
Hep söylerim, şairsever değil şiirseverim. Çoğu kez şairlerin adını unutur, şiirlerine öncelik veririm. Bunlardan biridir “Bugün Pazar” benim için.
Bu şiirde bütün maskelerden sıyrılmış insan masumiyeti görünür gözüme.
Uzun bir aradan sonra “penceresi kör, kapısı kitli” bir odadan avluya çıkan şair bir an gökyüzünü ilk defa görüyormuş hissine kapılır. Bu duygu ondaki şaşkınlık ve hayranlık hâlini besler.
Göğün maviliği, uzaklığı ve genişliğini yeni fark ediyor gibidir.
Böyle bir ruh hâli içinde büyük bir saygıyla toprağa oturur ve sırtını duvara yaslar. O güne kadar yaptığı kavgaları, hürriyet mücadelelerini, çektiği sevda acılarını bir kenara bırakır. İç ve dış gözünü kendine, bireysel hayatına çevirir. İhmal ettiği, belki de bilerek ve isteyerek arkada bıraktığı kendine.
Bu arınmışlık -veya özüyle arasına giren iç ve dış unsurlardan kurtulmuşluk- geçici bir süreliğine de olsa şairin kendisini bahtiyar (mutlu) hissetmesine neden olur. Toprakla mavi gök arasında, bütün yüklerinden, sorumluluklarından kurtulmuş, kanatlarına can suyu gelmiş özgür bir kuş gibi olmuştur.
Beni rahat bırakmayan, daha biri bitmeden yeni sorumluluklar dayatıp “hadi biraz daha gayret” diyen ses ne zaman kulağıma geliverse Nâzım’ın bu şiirini hatırlarım.
Bir şeyi daha söyleyip yazımı bitireyim.
Nâzım’ın “Bugün Pazar”ı “halis”/“saf” şiirin, yani tezsiz, güdümsüz, konuya yaslanmayan şiir anlayışının yaşanmış ve kayda geçirilmiş manifestosudur.
Şimdi şiiri bir kere daha okuma vaktidir.